URAS

ÖZEL BİR GÜN

Alhsom, sabah olduğunda, hazırlanıp okulun önüne geldi. Misa
ın gelmesini beklerken içeride; sarı renkli, kovboylarınkine benzer giyimli bir adam gördü. Şapkasını yüzünün önüne doğru indirdiği için yüzü gözükmüyordu. Arkasından, erkekler yurdunun kapısı açıldı ve dışarı; deri ceketli, simsiyah kıyafetler içinde, oldukça ürkütücü gözüken bir çift maskeyle iki adam daha çıktı. Birinin maskesi kurukafa şeklindeydi. Yanındakiyse orta çağda, veba doktorlarının taktıklarına benzer bir maske takıyordu. Kurukafa adam, Alhsomu fark edince ona doğru yürümeye başladı. Alhsom tırsmış, hatta bacakları titremeye başlamıştı. Burada normal olmayan bir şeyler vardı. ”Birini mi bekliyorsun? ” dedi. Sesi maskeden dolayı boğuk çıkıyordu. ”E-evet. ” dedi Alhsom. ”Arkadaşımla buluşacaktım, birazdan gelir. ” Adam cebinden bir rozet çıkarıp gösterdi, üzerinde 3 başlı bir yılan figürü vardı ve altında Council of the Magic Serpent yazıyordu. ”Biz buraya Serpent ilaçlama şirketinden geliyoruz, müdürünüz bahsetmiş olmalı. ” dedi. ”Görünüşümüz seni korkuttuysa kusura bakma, şirket prosedürleri işte. Patron ille de bunları giymemizi istiyor. Neyse, sana tavsiyem: Derhal, arkadaşını da alıp buradan uzaklaş! Güneş batmadan da sakın, geri dönmeyin. Eğer zehirlenirseniz karışmam ha. ” Ardından yapmacık olduğu anlaşılan bir kahkaha attı. Sanki Alhsomu rahatlatmak amacıyla takınılan bu tavır, aksine, onun daha da huzursuz hissetmesine neden olmuştu. Sonrasında kovboy kılıklı adam, onlara seslendi:

”Hadi baylar, oyalanmayın. ”

Bağırmasına rağmen oldukça sakin duyulmuştu sesi. Ardından üçü de bir araya toplanıp okulun yolunu tuttular. O sırada Misa da Alhsomun yanına gelmişti:

”Günaydın! ” dedi enerjik bir şekilde. Onunki kadar enerjik olamayan bir ”Günaydın. ” ile karşılık verdi Alhsom da.

”Fazla beklettiysem özür dilerim, yemekhanede çok sıra vardı. ”

”Yok yok, sorun değil. Ben de ilaççı elemanlarla tanıştım. ”

”İlaççı elemanlar? ” deyip güldü Misa.

”Adları her neyse işte. Tarzları biraz garipmiş ama… ”

”Onları boşver de senin de tarzın gayet iyimiş. ”

Üstünde; kısa kollu, beyaz bir gömlek ve siyah kot pantolon harici hiçbir şey yoktu aslında. ”Teşekkürler, sen de çok şık olmuşsun. ” dedi. Alhsom onu okul kıyafetleri olmadan ilk defa görmüştü. O da o kadar abartı giyinmemişti. Üzerine; pembe, askılı bir elbise giymişti. Altında da beyaz bir etek vardı.

”Ya, teşekkür ederim. ” dedi Misa. ”Haydi yola koyulalım, beni takip et. ”

Misa, Alhsomu daha önce hiç bilmediği bir yere götürdü. Tabelada silik harflerle Bir Zamanlar Kitapçısı yazıyordu. İkisi içeri girdiklerinde, onları örgülü saçları olan gözlüklü bir kız karşıladı. Saçlarının altta kalan kısımları yeşil boyalıydı, geri kalanıysa kumraldı. Bu kız edebiyat kulübü başkanı Linadan başkası değildi. ”Hoş geldin! ” deyip Misaya sarıldı. ”Yalnız gelmemişsin bu sefer. ” dedi göz ucuyla Alhsoma bakarak.

”Alhsom bizim sınıfta, kendisi kitap okumayı çok severmiş o yüzden buraya getirdim ben de. ” dedi Misa. Kız, bir süre Alhsomu süzdükten sonra aniden ”Söyle bakalım, ne tarz kitaplardan hoşlanırsın? ” diye lafa girdi.

”Şu anda İnsan Ne ile Yaşar? okuyorum ama çoğunlukla fantastik kitaplar okumayı severim. ”

”Neden peki? ”

”Yarattıkları evrenler hoşuma gidiyor diyebilirim basitçe. Zaten kitap okumayı sevmemin temel sebebi de kendi hayatımı yeterince ilginç bulmamam. Çoğu zaman kitaplardaki o fantezi dünyasına dalmak, karakterlerle kendimi özdeşleştirmek; gerçek hayatta yapabileceğim aktivitelerden daha keyifli geliyor. ”

”Kitaplar, senin için sıkıcı hayatından bir kaçış aracı mı yani? ” dedi Lina. ”Bilmiyorum, sadece… Alhsom olmaktansa bir büyücü, bir canavar avcısı, ünlü bir dedektif, bir kahraman ya da kötücül bir deney sonucu yaratılmış bir mutant olmayı yeğlerdim. Biliyorum; böyle söyleyince çocuksu bir düşünceymiş gibi geliyor ama asıl demek istediğim; daha eğlenceli, bir amaç uğruna geçirebileceğim bir hayatım olurdu. ”

”Sen gerçeklerden kaçmak isterken aslında kendini onların tam ortasına atıyorsun; hayranlık duyduğun o karakterlerin hikayelerini okurken kendini daha zayıf, daha eksik hissediyorsun. Yanılıyor muyum? ” Bu kız gerçekten çok zekiydi. Alhsom şaşkınlık içinde Misaya baktı: Kenarda oturmuş, Lina ile olan sohbetlerini sessizce dinliyordu. Alhsom sadece ”Ne diyeceğimi bilemiyorum. ” demekle yetindi.

”Tolstoy okuduğunu söylemiştin. Eğer sahne arkasında neler döndüğünü merak ediyorsan İtiraflar kitabını öneririm sana. ” dedi Lina. ”Tolstoy okuyorken Dostoyevskiye girmemek de olmaz ayrıca. ” ”Yeraltından Notlar okudum bir tek. ” ”Hım… Tarzın, o kadar da kalitesiz değilmiş aslında. ” dedi sırıtarak. ”Edebiyatta Ruslardan; felsefede Almanlardan uzak dur, derler. ” diye araya girdi Misa. ”Depresif şeyler okumaktan hoşlanmıyorum. ” ”Ama en güzel kitaplar da onlar oluyor hep. ” dedi Lina. ”Gelin, size biraz etrafı gezdireyim. ” Duvarlar, çeşitli kategorilere ayrılmış kocaman raflarla doluydu. Alhsom hayatında ilk defa bu kadar kitabı bir arada görüyordu. ”Bir şey sorabilir miyim? ” dedi Linaya. ”Şimdi bu dükkan senin mi? ”

Lina gülerek yanıtladı: ”Hayır, tabi ki. Burası dayımın, ben sadece hafta sonları ilgileniyorum. ”

”Tüm gün kitapların arasında olmak eğlenceli olmalı. ”

”Ne yazık ki hiç de düşündüğün gibi değil. Tüm gün müşterilerle uğraşmak gerçekten can sıkıcı. ”

Ardından onları fantastik kitapların olduğu bölüme götürdü. Alhsom, bir çocuk misali eline geçirdiği tüm kitapları karıştırmaya başladı. ”Hey, yerlerini karıştırma sakın. ” dedi Lina. Birlikte kitapları inceledikten sonra Misa, biraz da mangaları inceleme önerisinde bulundu.

”Olur, neler önereceksin bakalım. ” dedi Alhsom. Çizgi roman raflarına giderken başlığı dikkatini çeken bir kitap fark etti: Yıldızların Kızı. ”Oraya gitmeden bunu da incelesem olur mu? ” dedi. Kitabı gören Lina, hemen araya girdi:

”Yıldızların Kızı ha? Kısa ama güzel bir kitap. Savaş yıllarında geçiyor, Nisma isimli bir kız çocuğunun hikayesini anlatıyor. Orta Doğu Birliği
de bulunan bir grup Wesmoria ajanı geceyi geçirmek için uğradıkları bir motelde şans eseri Nisma
ın annesine rastlarlar. Kadınla bir süre konuştuktan sonra kocasının batı cephesinde üst düzey bir komutan olduğunu ve kendisinin de önemli stratejik üslerin bilgisine sahip olduğunu fark ederler lakin kadın asla ülkesine ve ailesine ihanet edecek biri değildir. Sonrasında Nisma
ın okuduğu okula ulaşan ajanlar onu kızıyla tehdit edince kadın söyledikleri her şeyi yapmaya hazır hale gelir. Sadece bilgilerinden yararlanmakla da kalmazlar. Ekibin başındaki adam kadını çok beğenmiştir ve onunla birlikte olur. İşin sonunda kadın köyüne döndüğünde anında tutuklanır. Kadını ve ailesini tanıyan motel görevlisi olaylara kulak misafiri olmuş ve bunu çoktan ailesine yetiştirmiştir. Sonuçta ortada ihanet ve edepsizlik suçu işlemiş bir kadın bulunmaktadır ve bu kadın da onu tanıyan arkadaşı motel görevlisi tarafından, kendi ailesi tarafından ihanete uğramıştır. Onu köyün ortasında bir kazığa bağlarlar. Herkes çevresine toplanmış, ellerine taşları almış, muhtarın emrini beklemektedir. O sırada okuldan çıkan Nisma da kalabalığı fark eder ve aralarına girdiğinde o korkunç manzarayla karşılaşır. ”Anne! ” diye bağırır.

Kadın onu fark etmiştir fakat yaralarından tepki verecek hali bile kalmamıştır. Kızı duyan bir adam sorar: ”Bu kadın senin annen mi? ” Nisma tam cevap verecekken başka bir adam araya girer: ”Hayır o benim kızım. ” O sırada eline aldığı bir taşı kıza uzatır. Kulağına eğilip ”Bunu yapmalısın yoksa senin de sonun aynı olacak. Kafan karışmış olmalı, o senin annen değil. Hadi durma! Onlara onun kızı olmadığını kanıtla. ” Nisma hiçbir tepki veremez, ağlamaz da korkmaz da. Elleri titreyerek biraz bekledikten sonra elindeki taşı annesine fırlatır. Annesini taşlayan kalabalığa artık o da katılmıştır. İlk adam bu sefer: ”Eğer bu kadın onun annesi değilse annesi kim? ” diye sorar yeni gelen adama. ”Yıldızlar. ” diye cevap verir o da. ”Artık o yıldızların kızı. ” Sonrasında kızı da alıp oradan uzaklaşır. Nisma
ın hayatını kurtaran adam da o Wesmoria ajanlarından biridir. Belki de patronunun yaptıklarından dolayı vicdan azabı çektiği için bunu yapmıştır. ”

”Of, hayır! Çok depresif. ” dedi Misa. Ardından Alhsomu kolundan çekip mangaların olduğu rafa götürdü.

”Tüm kitabı anlatmasaydın keşke. Okumak isteriz falan belki. ” dedi Alhsom sürüklenirken.

”Ne zırladınız ha! Bu sadece başı zaten, daha çok şey oluyor. ” dedi Lina. Sonrasında Alhsom ve Misa mangaları incelemeye başladılar. Lina da o esnada gelen müşterilerle ilgilenmekle meşguldü, işi bittiğinde ikilinin yanına döndü. ”Hey, siz de acıkmadınız mı? ” dedi.

Alhsom saatine baktı. ”Çoktan öğlen olmuş! Zaman ne çabuk geçti. ” dedi.

”Ne yiyeceğiz ki? ” diye sordu Misa.

”Ben hemen sipariş vereceğim çok geçmeden gelir. ” dedi Lina. Ardından Misaya göz kırptı. ”Merak etme ne istediğini biliyorum. ”

Yemek geldiğinde Alhsom Berserk isimli bir manganın kalın kapaklı bir ciltini ele geçirmişti. ”Hey Misa, bunu okumuş muydun? ”

”Aa, ondan uzak dur bence. ” dedi Misa. ”Lina
ın hikayesi, elindekinin yanında hafif kalır. Yine de akıl sağlığını koruyabileceğini düşünüyorsan okumanı öneririm. ”

Alhsom mangayı yerine koyduktan sonra yüzü düşük Misa
ın peşine koyuldu. Lina da o sırada, kitapçıdaki tek masanın üstünü boşaltıp yemekleri yerleştirmekle meşguldü. ”Bu mantarlı makarna, bizim Avrupa Birliği
deki eski memleketimize özgü bir yemektir. Böyle yemekleri nasıl bozmadan getiriyorlar hâlâ şaşıyorum. ”

Alhsom, Lina ile birlikte yemeğine yumulmuşken Misaya baktı, o yemiyordu. ”Sen sadece salata mı yiyeceksin? ” dedi.

”Ben öğlenleri çok bir şey yemem. Hem o şeyde ne kadar kalori var biliyor musunuz? ”

”Böyle güzel bir vücuda sahip olmak kolay değil tabi. ” dedi Lina.

”Yine de abartıyorsun bence. Güzel olmak için aç kalmana gerek yok. ”

”Canım, güzel olmaya değil güzelliğimi korumaya çalışıyorum zaten. ” dedi Misa. Lina yanıt olarak gözlerini devirmekle yetindi. Yemekten sonra Misa ve Alhsom, bir süre daha okudukları kitaplar hakkında konuştular. Dükkanın kapanma saati yaklaşınca da Linaya veda edip oradan ayrıldılar. ”Ee şimdi ne yapıyoruz? ” diye sordu Misa. ”Biraz da kütüphaneyi gezseydik. ” dedi Alhsom.

”Belediyenin kütüphanesi işte. Bir Zamanlar Kitapçısı
dakinden daha fazla içerik yok emin ol. Üstelik tüm günü kitaplar arasında mı geçireceğiz cidden? ”

”Peki tamam, nereye gidelim sen söyle. ” dedi Alhsom. ”Ben buraları hiç bilmiyorum. ”

”Akşamdan önce yurda giremeyeceğim, biliyorsun. Bildiğim hoş, nostaljik bir Shuiji restoranı var. Beni orada yemeğe çıkarabilirsin yani istersen. Hazır dışarı çıkmışken yurdun boktan yemeklerini tatmak istemiyorum bugünlük. ”

”Tamam, nereden gidiyoruz? ”

”Of, çok sıkıcısın. Gizlice internetten bakıp bana yolu göstermen gerekiyordu. ” Ardından yolu gösterdi. İkisi bir süre havadan sudan konuşarak yürüdükten sonra Alhsom yine birinin onları izlediği hissine kapıldı. ”Yeter ama! ” dedi. ”Birisi arkamı döndüğüm zaman beni gözetliyor, bundan eminim artık. ”

”Ah, ben de bir tek ben fark ettim sanıyordum. ”

”Sen de hissediyorsun değil mi? ” dedi Alhsom. Ardından etrafına bakınırken sokak lambasına yaslanmış olan bir adamla göz göze geldi. ”Şuradaki adama bak. ” dedi Misaya. ”Lina
ın bugünkü müşterilerinden biriydi. ”

”Yüz hafızan bayağı iyiymiş. ”

Bu adamı unutmak mümkün değildi ki. Hava kapalı olmasına rağmen gözünde bir güneş gözlüğü, üzerinde çok sık giydiği belli olan rengi solmuş bir takım elbise vardı. O gözlüğü kitapçıdayken de çıkarmamıştı ve uzun, dalgalı, beyaz saçları yüzünü gölgelediği için de gizemli bir görünüme sahipti. ”Kesinlikle bizi izliyor, polise haber vermeliyiz. ” dedi Alhsom. ”Şunun tipine baksana! ”

”Sakin ol. Belki de sadece bizimle aynı yere gidiyordur. Hem etrafta insanlar varken bize hiçbir şey yapamaz. ”

Alhsom ikna olduktan sonra yollarına devam ettiler. Onlar adamı süzerken adam gözlerini kaçırmaya bile tenezzül etmemişti. Ne kadar da pişkin. diye düşündü Alhsom. Bir süre sessiz yürüdükten sonra Misa ciddi bir ses tonuyla sessizliği bozdu: ”Sana bir şey sormak istiyorum. Eğer baban ölmemiş, bir yerlerde saklanıyor olsa ve bir gün karşına çıksa… ona ne söylemek isterdin? Daha doğrusu gelmesini ister miydin? ”

”Yani 7 yıl boyunca nerede olduğunu sorardım herhalde. Neden gittiğini sorardım ve tabi ki gelmesini isterdim. Eğer babam yaşasaydı şu anda her şey daha farklı olabilirdi, annem de ben de daha mutlu olabilirdik. ”

”O kadar basit düşünme. 7 yıldır ortalarda yoktu ve bir anda karşınıza çıktı. Sence her şey eskisi gibi olabilir mi? Concord Citye geri mi dönerdiniz? Tekrardan okul değiştirmek zorunda kalırdın. Eğer annenin devam eden bir ilişkisi varsa ona ne olurdu? ”

”Hey, çok teorik konuşuyorsun. Tabi ki de hiçbir şey eskisi gibi olamaz, hiçbir şey geçmiş yılları geri getiremez ama geleceği değiştirmek bizim elimizde. ”

”Haklısın. ” dedi Misa. ”Benim babama bir şey sorabilme hakkım olsaydı ne sorardım biliyor musun? ” Derin bir nefes alıp dudaklarını ısırdı ve konuşmaya devam etti. ”Anneme neden tecavüz ettiğini sorardım. ” Alhsom şaşkınlıkla ona baktı. ”Eğer bu olay, hiç yaşanmasaydı doğamayacağımı biliyorum. Ben sadece… Neyse boşver. Hadi daha keyifli şeyler hakkında konuşalım. ” Alhsom yumruklarını sıkıyordu. Yine bir şey söyleyememişti. Ne diyebilirdi ki? Bir süre daha yürüdüler ve sonunda Misa
ın bahsettiği mekana vardılar. Dükkanın ismi Concord Citydeki dükkanları andıran neon ışıklarıyla ve Shuiji alfabesiyle yazılmıştı. İçeri geçip cam kenarında bir masa kaptılar. Hava henüz kararmamıştı ama bu kadar yürümek onları acıktırmıştı. Misa menüden bir şeyler seçti, ne olduklarını bilmediği için Alhsom da aynılarını istedi. Onlar yemeği beklerken Alhsom, mekanda çalan şarkılara odaklandı. Shuiji dilinde; 80lerin slow, pop şarkıları çalıyordu. ”Ne de hoş şarkılar açıyorlar. ” dedi.

”Sözlü şeyler sevmiyordun hani. ” dedi Misa gülümseyerek.

”Mekanın ve şarkıların birleşerek verdiği nostaljik atmosferi sevdim. Sahiden de iyi bir yere getirmişsin beni. ” dedi Alhsom.

”Şş, unuttun mu? Sen beni buraya getirdin. ”

”Haklısın, unutmuşum. ” deyip gülümsedi Alhsom da.

Yemeklerin gelmesi uzun sürmüştü ama buna değmişti. Çoğunlukla deniz mahsulleri kullanılmıştı ve gerçekten lezzetliydiler.

”Shuiji eskiden harika bir ülkeymiş. Başkenti Dünya
ın en kalabalık şehriymiş. Yanlış anlama, hala daha güzel ama savaşın yıkıcı etkilerinden maalesef orası da nasibini fazlasıyla almış. Şu anda kültürünün böyle yerlerde yansıtılıyor olması çok üzücü geliyor. ”

”Evet, babam da böyle hikayeler anlatırdı hep. Savaşın yaralarını çoğunlukla sardık gibi gözüküyor ama geçmişteki çoğu göz kamaştırıcı metropollerden geriye sadece enkaz yığınları kalmış. Gerçekten üzücü. Yani insanların güzel şeylere olan bu nefretini hâlâ anlayamıyorum. Birbirlerini yok etmeye niye bu kadar meraklılar? ”

”Çünkü insanlar aptal! ” Alhsom, yemeye devam ederken Misayı inceledi. Bir tanrıçanınki kadar kusursuz görünen kızıl saçları; arkada, uzakta duran içi renkli ve kocaman balıklarla dolu akvaryumun görüş alanından çıkmasına neden oluyordu. Yemek, müzik, her şey o kadar güzel gelmişti ki o an hiç bitmesin istiyordu ancak çok geçmeden yemekleri bitmiş ve gitme zamanı gelmişti. Alhsom hesabı ödemek için kalktı.

”Ben de geleyim. ” dedi Misa.

”Seni ben yemeğe çıkardıysam benim ödemem gerekmez mi? ”

”Hımm… Hey, bu çok saçma! ” Arkasından seslense de Alhsom, çoktan gitmişti. Mekandan çıktıklarında havanın kararmaya başladığını fark ettiler. ”Gitmeden önce. ” dedi Misa. ”Sana kendim hakkında daha fazla şey anlatacağıma söz vermiştim. Ben aslında yalan söyledim, tam olarak kimsesiz sayılmam. Yani anne ve babam yok ama anneanne ve dedem var. ”

”Hafta sonları niye yanlarına gitmiyorsun o zaman? ” diye sordu Alhsom.

”Kendimi rahat hissedemiyorum çünkü. Onlar öyle söylemese de biliyorum, bana sırf vicdanlarını rahatlatmak için bakıyorlar. Devletin benim için ödediği parayı hesabıma yatırdıkları zaman her şey bitmiş oluyor. Onlarla birlikte olduğumda da sadece derslerimle alakalı sorular soruyorlar ama benim ihtiyacım olan şey para değil! Yine de beni umursuyor gibiler aslında… Hayır, bana acıyorlar. Okçuluğa ilgim olduğunu gördüğü için dedem kendi maaşıyla yay almıştı bana. Bak görünüşte her şey ne kadar da güzel(!) Ama öyle değil işte; anneannem tüm gün Metushaya ibadet ediyor, artık canını alması için ona yalvarıyor. Dedem de benimle eskisi gibi konuşmuyor. O ev yıllardır cenaze evi gibi, yani bir zamanlar gerçekten öyleydi de. Ah, üzgünüm, çok alakasız yerlerden girdim konuya. Annem ben doğmadan önce uyuşturucu bağımlısıymış. Dindar bir ailede büyümesi, maalesef bu alışkanlıklarına engel olmamış. Bu yüzden anneanne ve dedemle de sürekli araları bozukmuş zaten. Kendisi yalnız yaşıyormuş ama anneannem sık sık ziyaretine gidermiş ve annem, geceleri asla evinde olmazmış. Geldiğinde de çoğunlukla vücudunda yaralarla dönermiş. Sonrası kavga, gürültü işte. Bir gün annemin hamile olduğu ortaya çıkmış. Annem önce çocuğu aldırmak istemiş ama ailesi buna karşı çıkmış. ”Tanrı
ın verdiği canı sadece o, geri alabilir. Çocuğunu kabullenmekten başka çaren yok. ” demişler. Ne kadar da garip değil mi? Sanki bahsettikleri çocuk taşınması gereken bir lekeymiş gibi. İşte o istenmeyen çocuk bendim, o leke bendim. Annem günlerce düşünmüş, gizlice kürtaj yaptırmayı düşünmüş fakat cesaret edememiş. Sonra da çok geç olmuş zaten. Ben yeterince gelişince bana bağlanmış ve öldürmek istememiş. Ardından, anlık sorumluluk bilinci gelişmiş ve uyuşturucuyu bırakmış, bebeğin sağlığı için tedavi görmeye başlamış. Her şey çok güzel ilerliyormuş anlayacağın ancak ben doğduktan sonra durum tekrardan tam tersine dönmüş. Annem yeniden uyuşturucuya başlamış. Beni hep anneanne ve dedem büyütmüştü. Dedeme baba derdim zaten ama hem anneme hem de anneanneme anne derdim. Ancak genç olan annem beni pek sevmezdi. Beni görmeye katlanamazdı, ona hatırlamak istemediği şeyleri hatırlatıyordum. ” Misa yutkundu. Konuşurken ara ara sesi titriyordu ama devam etmek için kendini zorluyordu. ”Annemle çok ilişkimiz yoktu ama geceleri onunla yatmayı çok seviyordum. Yanlış anlama; önce o uyurdu, ben de yanına uzanırdım. Öncesinde, yanındaki hapları yere atmam gerekirdi tabi. O haplar olmadan uyuyamazdı; bazen anneannemler eve geldiklerinde hapları alırlardı, o zaman çılgına dönerdi. Sürekli kendi kendine konuşurdu. Senden nefret ediyorum. derdi bana. Keşke hiç doğmasaydın. Neden böyle dediğini bir türlü anlayamazdım tabii. Anneanneme sorardım: Annem beni niye sevmiyor oysa ben onu çok seviyorum. Hayır, annen de seni seviyor. Sadece biraz hasta, o yüzden sana sevgisini gösteremiyor. tarzı şeyler söylerdi o da. Bir gün yine annemi yanında boş hap kutularıyla uyurken bulmuştum. Henüz 6 yaşındaydım, ne olduğunu anlamamıştım tabi ama bir şeylerin farklı olduğunu fark etmiştim. Annemin aradığım sıcaklığı yoktu, buz gibiydi. Ardından anneannem geldi. Annemin beni öldürmemesi için yaptığı ziyaretlerden birini yapmıştı yine fakat geç kalmıştı. Sonrasını tahmin edebiliyorsundur zaten. İşte böyle. Anlayacağın, annem benim yüzümden öldü. Ben asla doğmaması gereken bir çocuktum. ” Misa
ın gözleri dolmuştu. Alhsom bunca zaman onu sessizce dinlemişti ve bitirdiğinde ani bir hareketle Misaya sarıldı. ”Hayır! ” dedi. ”Sen küçük bir kızdın, senin ne gibi bir suçun olabilir ki? ” İstemsizce sesini yükseltmişti. Ne yapıyordu? Alhsom, annesini saymazsak, hayatı boyunca kimseye sarılmamıştı. Hem Misa gerçekten de ona dokunmak ister miydi? Misa da karşılık verince isteyebileceğini anladı. ”Eğer ben doğmasaydım herkes daha mutlu olurdu. ” dedi Misa.

”Hayır! Ben olmazdım, Gille olmazdı, Lina olmazdı ya da diğer arkadaşların… Tanımıyorum onları ama seni seviyor olmalılar. Lütfen, böyle düşünme. ”

”Ne kadar da aptalım. ” dedi Misa. ”Sadece 4 haftadır tanıdığım birine bunları anlatıyorum. ” Kendini biraz daha toparlamıştı. Alhsomdan ayrıldı. Ardından, gözyaşlarını koluyla sildikten sonra işaret parmağıyla gökyüzünü gösterdi. ” Ben küçükken dedemin bir teleskobu vardı. Havanın açık olduğu gecelerde, beraber gökyüzüne bakardık. En çok da yıldızları incelemeyi severdim. Dedeme, gördüğüm her yıldızın adını soruyordum. O zamanki aklımla yıldızları da birer canlılarmış gibi algılıyordum. Ayrıca, nedense bir tanesiyle arkadaş olmak istemiştim. Bak, tam burada okçuya benzeyen bir şekil var. İşte o, Orion Takımyıldızı. İsmini şeklinden alıyor; orion, avcı demek. Altta da çapraz şekilde, avcının kemerini andıran üç tane yıldız var. İşte onların tam ortasındaki yıldızla arkadaş olmak istediğimi söyledim dedeme. İsmi Alnilammış. O günden beri, geceleri gökyüzüne her baktığımda; bu yıldızı bulmaya çalışırım. Niye bilmiyorum ama bu yıldızı görünce anlamsız bir huzur doğuyor içime, yalnız olmadığımı hissediyorum. Ben de Nisma gibi yıldızların kızıyım anlayacağın. ”

”Yıldızlar iyi bir sembolizm değil gibi sanki. Yani her an sönebilirler hatta milyonlarca yıl önce sönmüş ancak ışıkları bize hala ulaşıyor olabilir. ”

”İnsanlar da öyle değil midir zaten? Her an sönebilirler, söndüklerinde de bazıları, uzun yıllar başkalarını etkilemeye devam eder. ”

”Yine ağzımı düğümledin. ” dedi Alhsom. ”…ve şunu anla: sen suçlu değilsin, annen de suçlu değil. Nisma hikayenin kalanında, muhtemelen annesini taşladığı için kendini suçlayacaktı. İnsanlar, trajediler karşısında yapabilecekleri bir şey olmadığında kendilerini suçlamaya meyillidir ancak bu hiçbir sorunu çözmez. ”

”Peki. ” dedi Misa. ”Neyse, ben yurda döneyim artık. ”

”Ben seni bırakırım. ” dedi Alhsom. ”Evim okula yakın zaten, hem o adam bir daha ortaya çıkabilir. ” deyip güldü. Yine de bu konu hakkında endişelenmişti . Kısa sürmesi için otobüsle okula döndüler. Toplu taşıma, çoğunlukla insansız ve elektrik ya da Güneş enerjisiyle çalışıyordu. Alhsom, Misa ile vedalaştıktan sonra evin yolunu tuttu. O adamın onu takip ediyor olmasından hala korkuyordu fakat neyse ki bir şey olmamıştı. Eve geldiğinde, günün tüm yorgunluğuyla kendini yatağa bıraktı. ”Ne gündü ama! ” dedi, kendi kendine.

点击屏幕以使用高级工具 提示:您可以使用左右键盘键在章节之间浏览。

You'll Also Like